Taraf gazetesinde, 2013 yılında Erdoğan Demirören ve mal varlığıyla ilgili dört gün süren haber yapmıştım. Bu haberimin arkasında da Fethulahçılar olduğu söylenip durdu.
Son alarak “hiçbir şey bilmeyen, ancak her şeyi bildiğini zanneden Barış Pehlivan” yine Halk TV’de bu haberi bana Fethullahçıların yaptırdığını ancak haberi yaptırmaktaki amaçlarını anlayamadıklarını, halen de çözemediklerini söyledi. Barış Pehlivan’ın hakkımda nasıl yalan haberler yaptığını daha önce sizlere açıklamıştım.
Barış Pehlivan gibi haberin Fethullahçılar tarafından bana verildiği iftirasını yıllar önce ortaya atan bir başka isim de Taraf Gazetesi’nin Yayın Yönetmenliğini bir dönem yapan Oral Çalışlar adlı şahıstı. Oral Çalışlar, “Fethullahçıların bir çuval dolusu Erdoğan Demirören’le ilgili belgeyi bana verdiğini, onun da haberi yapmadığını” bir ara kamuoyuna açıklamıştı.
Oral Çalışlar, haber kaynağımın kim olduğunu çok iyi biliyordu. Ancak, utanmadan iftira atıyordu. Çünkü ben cezaevindeydim ve kendisine cevap veremiyordum. O da döneme ayak uydurmuş, Fethullahçılar iftirasıyla benim üzerimden medyada kendisine yeni bir yer edinmeye çalışmıştı. Tıpkı Kadri Gürsel’in yargılandığı dava öncesi, mahkeme heyeti kendisini beraat ettirsin diye bana iftira atıp, saldırması, bulaşması gibi.
Bu zavallılığı gördükçe onlar adına üzülüyorum. İnsanın bir duruşu olmalı. Bu duruşu da başka yollara sapmadan, başkalarının üzerine basmadan yapmalı.
Demirören haberini araştırdığım dönemde, Oral Çalışlar Taraf’ın yayın yönetmeniydi. Kendisine bir çuval değil, bir dosya içinde yaklaşık 50 sayfalık belge getirmiştim. Ortalıkta “çuval falan yoktu, açık bir şekilde Çalışlar gerçeğe aykırı beyanda bulunuyordu.”
Haber kaynağımın kim olduğu dahil her şeyi ona ve yazı işlerine anlattım. Haberin ve iddiaların Türkiye’yi sarsacağını gören Çalışlar, yayın toplantısında anlamadığımız bir şekilde haberi girmemek, yapmamak için işi yokuşa sürüyordu.
Çalışlar’ı tüm medya dünyası yakından tanır. Korkak bir kişiliğe sahiptir. Etliyi sütlüye karışmamakla bilinir. Bir de Fethullahçıların, cemaatçilerin tüm organizasyonunda boy göstermesiyle tanınırdı. Şu sıralar, eski hayatını birilerinin önüne koymasından rahatsızlık duyuyor.
Çalışlar, haberi gazetede girmemek için toplantıda atmadık takla bırakmadı. Elimizde resmi MİT raporu vardı. Demirören ailesiyle konuşmuş ve görüşmüştüm. Ailenin aile içi mektupları, el yazılı yazışmaları vardı. Çalışlar, haberi girmem diyor, ancak gerekçe öne süremiyordu.
Sonra aklına “Genelkurmay Başkanlığı’na iddiaları soralım” diye bir fikir geldi. Olay1975 sonrası olmuştu. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası Sıkıyönetim mahkemeleri kurulmuştu. Genelkurmay Başkanlığından bu olayı soralım dedi.
Elimizde devletin resmi kurumu MİT’in dönemin Başbakanı Turgut Özal’a sunduğu rapor vardı. O işi yokuşa sürüyordu. Nasıl olsa Genelkurmay bilgi vermez diyerek, işi yokuşa sürüyordu.
Çalışların işi yokuşa sürmesi toplantıdaki bazı isimleri sinirlendirmişti. Sinirlenenlerden biri Yayın Yönetmen Yardımcısı Markar Eseyan’dı. Eseyan bir Ermeni’ydi ve Ermeni cemaatinin bu hikayeyi yıllardır bildiğini söylüyordu. Tüm Rum ve Ermeni vatandaşları, Erdoğan Demirören’in servetinin asıl kaynağının Rumlar olduğunu biliyordu. Eseyan, kapalı kapılar ardında konuşulanları toplantıda anlattı. Benim getirdiğim belgelerin de bunu doğruladığı açıkladı.
Markar Eseyan, Oral Çalışlarla toplantıda kavga etti ve odayı terk etti. Arkasından da ben odayı terk ettim. Bir de küfür salladım. Küfür sallamamın nedeni ise Oral Çalışların yakın bir zamanda benim bir köşe yazımı Kurtuluş Tayiz’le sansür etmesiydi. Köşe yazımda Abdullah Öcalan’a “Terör Örgütü Lideri” demiştim. Taşra baskısına köşem yazım böyle gitmişine rağmen, İstanbul baskısında Terör Örgütü Lideri cümlesinin çıkarıldığını göndüm. Acilen gazeteye gittim ve Çalışlar’ın odasında, bana sorulmadan bu sansürün, Kurtuluş Tayiz ve kendisi tarafından yapıldığını öğrendim. O gün istifa edeceğimi söyledim. Terör Örgütü Lideri cümlesiyle, kamuoyunun önüne çıkmak istemeyen Çalışlar ve Tayiz odada bana yalvarıp, istifa mektubumu yırtmamı söylediler. Onlara bir daha böyle bir şey olursa, başka türlü davranacağımı söyleyip odadan çıktım.
Demirören olayında küfür etmemin nedeni de daha önce yaptıkları sansürdü.
Yazı işleri toplantısından ayrıldıktan sonra Eseyan’ın odasında oturup olayı konuştuk. Çalışlar’ın korkaklığı, gazeteyi bir partinin bülteni haline getirmek istemesini tartıştık. Daha sonra Markar Eseyan bana şunu söyledi: “Haberi girmek istemiyor çünkü işsiz kalırsa Erdoğan Demirören’in gazetelerinden birine kapak atmak derdindi. Bu nedenle haberi girmemek için bahane üretiyor korkak.”
Kendisine aynen katıldığı söyledim.
Oral Çalışlar bu haberin arkasında Fethullahçılar olmadığını bilmesine rağmen, Taraf’tan ayrıldıktan sonra kamuoyuna şirin görünmek için bu iftirayı attı. Sonrasında da istediği koltuğu ve köşe yazarlığını kaptı.
Oral Çalışların fitili ateşlediği, Barış Pehlivan denen şahsın ateşe odun attığı iftira 10 yıldır dillendiriliyor. Haberin arkasında Fethullahçıların olduğu iftirası anlatılıp duruyor.
Bu zevatı bir kez daha üzeceğim. İşte Demirören haberimin arkasındaki isim.
HABER KAYNAĞIM DEMİRÖREN AİLESİNDEN BİRİYDİ
Türkiye 2011 yılı 3 Temmuz’unda bu ülkede bazı kulüp başkanları ve yöneticilerinin nasıl şike yaptıklarını, telefon konuşmalarını dinledi. “Tarlaları sulayanlar, ekinleri biçip dikmişlerdi.”
İşte bu süreçte Beşiktaş’lı bir isimle tanıştım. Adı Hakan Öncül’dü. Beşiktaş’lı bir yöneticiye ait, internetten yayın yapan bir televizyonun yayın yönetmeniydi. Beni televizyondaki programına şike soruşturmasını konuşmak üzere davet etti. Fulya’daki televizyon binasına gittim ve böylece kendisiyle tanışmış oldum.
Sonrasında Hakan’la samimi olduk. Arkadaşlığımız devam etti. Haftada bir gün Fulya’da Beşiktaş antrenman sahasında maç yapmaya başladık. Haftada birkaç kez görüşür olduk. Bir ara neredeyse her gün telefonla konuşuyorduk. Hakan fanatik Beşiktaşlıydı. Hayatı Beşiktaş’tı. Oğlunun ismini Kartal koyacak kadar da Beşiktaşlı.
Hakan, bir süre sonra Beşiktaş televizyonundan ayrıldı. Beşiktaşsız yapamazdı ve Beşiktaş Kulübeyle ilgili bir internet haber sitesi açtı. Sitede, Beşiktaş ve eski yöneticilerini gündeme getiriyordu. Kulübü borç batağına düşüren yöneticilerin hesap vermesini istiyordu. Tanımadığı kulüp yöneticisi yoktu. Onun sayesinde saygıdeğer birçok Beşiktaşlı yöneticiyle tanıştım. Ahmet Nur Çebi bunlardan biriydi. Fikret Orman’la da tanıştım ve Yıldırım Demirören’le ilgili bazı iddiaları ondan öğrendim. Beşiktaş’ın o dönemki başkanı dahil, sayısız yöneticiyle görüştüm. Kulüp o dönem, eski Başkanları Yıldırım Demirören’in, kulübü uğrattığı zararı konuşuyordu. Kongrelerin tek konusu buydu. Tanıştığım her yönetici, Beşiktaşlı bana bu konuyla ilgili belge ya da bilgi veriyordu.
Hakan’ın hayatı dediğim gibi Beşiktaş’tı. Ben de o dönem Kanaltürk televizyonunda Futbolizm programı yapıyordum. Programda Beşiktaş ve Yıldırım Demirören dosyasını açacaktık. Demirören döneminde kulübün uğratıldığı zararlar gündeme getirecektik. Hakan da programa katılacaktı. Bir anda programdan atıldım ve program yayından kaldırıldı.
Yıllar sonra nedenini öğrendim. Yıldırım Demirören, televizyonun sahibi Akın İpek’in kardeşiyle yakın arkadaşmış ve ricasıyla program yayından kaldırılmış. Ben de işten atılmışım.
Hakan Öncül, internet sitesinde Yıldırım Demirören’le ilgili elindeki belgeleri yayınlamaya başladı. Twitterda, internet sitesinde yaptığı tek şey Beşiktaş ile ilgili haberlerdi. Eski Başkanları Yıldırım Demirören de bundan nasibini alıyordu.
Hakanı, Yıldırım Demirören’le ilgili yaptığı haberler ve attığı tweetlerden sonra bir kişi aramış. Kendisine, Yıldırım Demirören, baba Erdoğan Demirören ve aileyle ilgili bir dizi bilgi aktarmış.
Hakan’ı arayan kişi, Erdoğan Demirören’in yeğeni, kız kardeşinin oğlu Ferruh Karakaşlı’ymış. Hakan, kendisinin spordan başka bir konuyla ilgilenmediğini, Mehmet Baransu’nun kendi arkadaşı olduğunu, isterse benimle kendisini tanıştırabileceğini söylemiş. O da kabul edince, Hakan beni telefonla aradı. Konudan bahsetti.
Ferruh Beyle böylece tanıştık. İlk görüşmemize Hakan gelemedi. Bir işi vardı. Ferruh Beyle sanırım önce Cihangir’de sonra Nişantaşı’nda buluştuk. Sıralama farklı da olabilir. Cihangirde buluştuğumuz kafede yan masamızda “Çok güzel hareketler” ekibinden beş altı kişi vardı. İki isimle de tokalaştık.
Ferruh Bey bana modacı olduğunu, Fransa’da yıllarca kaldığını, Rahmi Koç ve tanınmış birçok ismi giydirdiğini söyledi. Aile içinde yıllarca devam eden, bir şekilde kamuoyundan saklanan bir miras olayı olduğunu, dayısı Erdoğan Demirören’in kendi haklarını gasp ettiğini söyledi. Miras nedeniyle ölen teyzesinin mektuplarını, dayısına gönderilen mektupları benimle paylaştı.
Görüşmemizde bana 1980’li yıllarda Başbakan Turgut Özal’ın masasına konulan MİT raporunu gösterdi. Raporun arkasına el yazısıyla düşülen notu gösterdi. Bu not annesi ve ölen teyzesine aitmiş. MİT raporunda, Erdoğan Demirören’in şüpheli bir şekilde ortadan kaybolan, yurtdışında olduğu gösterilen ancak öldürüldüğü belirtilen iki RUM vatandaşının mallarına çöktüğü yazıyordu. Başka bilgiler de vardı.
Ferruh Bey, bir tüp firmasının nasıl Erdoğan Demirören’e geçtiğine dair bilgileri, Edirne kapı şehitliği mevkiinde motosikletle ölen bir vatandaşa ait tüplerin aileye geçmesi dahil onlarca olay ve belge bana gösterdi. Mersin’de yaşayan bir kişinin ölen Rumların torunu olduğunu, açılan mahkemelerin nasıl Erdoğan Demirören tarafından kapatıldığının belgelerini gösterdi. Türk kamuoyunda ARŞİMİDİS olarak bilinen şirketin tüm hikayesini bana anlattı ve belgeleri gösterdi.
MİT raporunun arkasında bir el yazısı vardı ve bu yazının miras kavgasını sonucu kanser olup hayatını kaybeden teyzesine ait olduğunu söyledi. Mit raporunun arkasında, bu raporun Özal’ın masasından nasıl çalındığı, Erdoğan Demirören’i kendisinin nasıl kurtardığı yazıyordu. Abla Erdoğan, abisine “ben sana bunca iyilik yaptım, havaalanlarında saatlerce senin sorunlarını çözmek için Özallarla görüşmek için bekledim. Ama sen şirketteki hakkımız olan hisseleri bize vermeyip, kendi üzerine, çocuklarının üzerine yaptın” diye yazıyordu.
Teyzesinin ölmeden önce dayısı Erdoğan Demirören’e yazdığı onlarca el yazılı mektubu bana gösterdi. Mit raporunun Özal’ın masasından, Semra Özal tarafından alınıp, teyzesine verildiğini bana anlattı zaten raporun arkasında el yazısıyla da bu yazıyordu.
Ferruh Bey’den MİT raporu dahil, mektupları istedim. MİT raporuna bana veremeyeceğini söyledi. Belgeler olmazsa haberi yapamayacağımı kendisine anlattım. Bu konuyu düşüneceğini söyledi ve daha sonra ayrıldık.
Görüşmemizden sanırım bir gün sonra Hakan beni aradı. Görüşmenin nasıl geçtiğini sordu. Hakan’a “Anlattıkları bomba olaylar ama haberi yapamayacağımı” söyledim. Nedenini sorduğunda da “Ferruh Bey’in belgeleri gösterdiğini ama vermediğini, belge olmadan haberi yapamayacağımı” belirttim.
Hakan aynı gün Ferruh Beyle görüşmüş ve bir süre sonra Ferruh Bey beni tekrar aradı. Bir daha randevulaştık ve Nişantaşı’ndaki caminin hemen ara sokağındaki iki katlı minik kafede akşamüstü buluştuk.
Ferruh Bey, MİT raporu dahil, mektupları, şirket senetlerini, belgeleri bana verdi. Hisse devirleriyle ilgili sahte raporları, hisse, bono tüm belgeleri aldım. Teyzesinin ve annesinin nasıl şirket ortaklığından düşürüldüğünü gösteren belgelerin hepsini aldım.
F erruh Bey, dayısının şirketinde çalıştırılan ölen teyzesinin kızlarıyla da beni telefonda görüştürdü. Onlar da tüm iddiaları doğruladılar. Şirketin ortağı olmaları gerekirken, dayılarının onları bir çalışan gibi üç kuruşa çalıştırdığını anlattılar.
Annelerinin ölmeden önce yazdığı bir mektubu benimle paylaştılar. Anneleri onlara vasiyet etmiş, bu konunun peşini bırakmamalarını vasiyet etmiş. Yoksa hakkını çocuklarına helal etmeyecekmiş. O mektubu da aldım. Anneleri bu olayla mücadele ederken kansere yakalanmış vefat etmiş.
Bana verdiği bilgileri bir ara aileden bir isim (Tayfun’du sanırım) medyayla paylaşmak tehdidinde bulunmuş. Kendisine bir yalı verilmiş ve susturulmuş. Tüm bu bilgileri de benimle paylaştı.
Bir anda Demirören ailesinin gizli kalan geçmişinin bir bölümünü öğrenmiş oldum. Aileyle ilgili görüşmelerimizde “özel hayatlarla” ilgili de bilgiler öğrendim. Beni ilgilendirmediği için yazmadım.
Aileden aldığım elimdeki belgeleri araştırmaya başladım. MİT raporuyla başladım. Devletin resmi belgesine göre Demirören’ler, geçmişte Rum vatandaşlarını öldürüp, mallarına çökmüşlerdi. Öldürülen Rum vatandaşları da sahte evraklarla yurt dışına çıkmış gibi gösterilmişti.
MİT, bir istihbarat sonucu o dönem, bu konunun ayrıntılarına ulaşıyor. 1982 yılında bunu bir MİT raporu haline getirip, dönemin Başbakanı rahmetli Turgut Özal’a sunuyor. Özal da bunu masasının üzerine koyuyor.
Demirören ailesinden görüştüğüm kişilerin el yazılı iddiasına göre, bu raporu Başbakan’ın masasında, Turgut Özal’ın eşi Semra Özal görüyor ve alıyor. Semra Özal, Erdoğan Demirören’in kız kardeşleriyle arkadaş. Aynı zamanda da beraber “konken” oynuyorlar. Papatyalar gurubundan. O dönem basında “papatya” olarak anılan gruptan.
Bu rapordaki iddiaya göre, 1980 öncesi iki Rum vatandaşı bir şekilde öldürülüyor. Erdoğan Demirören tarafından bu kişilerin mallarına çökülüyor. Demirören grubunun Taksim’deki Genel Müdürlük binası dahil, malları işte bu öldürülen iki Rum vatandaşına ait. Halkalıda bu iki ismin yakıldığı iddiasını da o dönem Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi kamuoyuna duyurmuş. Sadece bu bilgi mevcut başka da bir bilgi yok. Nokta dergisi de yıllar önce benzer bir haber yapmış ancak onların haberinde de bir belge, bilgi yok. Sadece öldürülen vatandaşların bilgisi var. Olayın perde arkasıyla ilgili bilgi yok.
İşte benim elimdeki MİT Raporunda bu bilgiler mevcuttu.
1980’de askeri yönetim olduğu için MİT’in yanı sıra Sıkıyönetim komutanlığı da konuyu Genelkurmay Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığı’na bildiriyor. Bu iki kurum da konuyla ilgili rapor hazırlamışlar. Bu raporlardan, MİT’ín yazısında da “İLGİ” eki olarak bahsediliyor. MİT’in raporuna EK olarak bu iki kurumun yazısı da girmiş. O dönem konuyla ilgili “cinayet soruşturması” açılmış.
Demirörenlerin nasıl mallara çöktükleri, cinayet iddiaları, öldürülen kişilerin sahte evraklarla yurtdışına çıkartılmış gibi gösterildikleri, bu raporlarda yer alıyor.
Mit raporunda eklenen iki raporu da bulmaya çalıştım ancak tüm araştırmalarıma rağmen bulamadım. (O raporlar daha sonra benim elime nasıl geçti Barış Pehlivan denen kişi dahil bir çok isim aşağıda yazacaklarımı iyi okusunlar.)
Aile üyeleriyle tekrar görüştüm. Ses kayıtlarını aldım. MİT Raporunun gerçek olduğunu teyit ettim. Haberi yayınlamak için Oral Çalışlar’ın olduğu gazete toplantısına getirdim. Haber kaynağım dahil, tüm olanları anlattım. Oral Çalışlar korkusundan ve gelecek kaygısından bu haberi girmemek için ayak diretti ve girmedi. Yukarıda anlatmıştım. Yıllar sonra da bu olayın gerçeğini çarpıtıp, “Fethullahçılar bir çuval dolusu Demirörenle ilgili belge Baransu’ya verdiler ben bu haberi girmedim” dedi ve Demirören grubundan yazarlık teklifi aldı.
Oral Çalışlar haberi girmeyince, MİT Raporunda konunun 1980 yılında Genelkurmay Başkanlığı’na sunulduğu yazıyordu. Ben de Genelkurmay Başkanlığı’na yazılı bir dilekçe sundum. Bilgi talebinde bulundum. Bu rapor ve raporda bahsedilen olayla ilgili bilgi istedim. Yazılı dilekçemin ardından da zaman zaman Genelkurmay Başkanlığını telefonla aradım ve bilgi talep ettim. Bana konunun incelendiği Basın bölümünden cevap olarak verildi.
Dilekçemin üzerinden sanırım birkaç ay geçtikten sonra, gazeteye geldim. Gazete sekreteri sarı bir zarf içinde bana posta geldiğini söyledi. Postayı aldım. Genelkurmay Başkanlığı bana göndermişti. Resmi bir postaydı. İçini açtım ve Arşimidis, Demirören dosyasıyla ilgili bilgi talebime cevap verilmişti.
Genelkurmay Başkanlığı hem MİT Raporunu hem de kendilerine gelen raporu doğrulamıştı. İlginç bir cevap da vermişlerdi. Onlardaki bilgiye göre 1982 yılındaki soruşturma halen açıktı ve Sultanahmet adliyesinde dosya açık görünüyordu. Bir de soruşturma numarası vardı. Cinayet iddiası ve mallara çökme iddialarının doğru olduğu, resmi yazıyla bir kez daha ortaya çıktı.
SULTANAHMET ADLİYESİNİ SU BASTI. EVRAKLAR YOK OLDU
Sultanahmet Adliyesinde dosyanın akıbetini araştırmaya başladım. Biz bu konuyu araştırırken, ilginç bir şekilde, adliyenin arşivini su bastığı, bazı evrakların kullanılamayacak hale geldiği kamuoyuna açıklandı. Bir el, adliyenin arşivine dokundu ve evraklar buhar oldu.
Genelkurmay’dan gelen cevap, Sultanahmette dosyanın su basması sonucu biranda yok olması üzerine haberi Taraf’ta yayımlama kararı aldık. Çalışlar gazeteden kovulmuş, yerine Neşe Düzel gelmişti. Neşe Hanıma haberi anlattım ve o da çok heyecanlandı.
Semra Özal ve Hayri Kozakçıoğlu’nu aradım. Semra Hanım’dan MİT Raporunu kendisinin çalıp, Demirören ailesinden ölen teyzeye verdiği iddiasını soracaktım. Semra Hanım’ın asistanına konuyu izah ettim ancak bu konuyla ilgili asla benimle konuşmak istemediği cevabını aldım.
Öldürülen iki Rum vatandaşını, yurt dışına çıkmış gibi sahte emniyet kayıtları tutanlardan biri olan Hayri Kozakçıoğlu’nu aradım. İddiaları kendisine ilettim ancak kendisin bana cevap vermedi.
TARAF’TA HABERİ YAYIMLADIK
Taraf gazetesinde haberi yayımlamadan sanırım bir gün önce Ataşehir Belediyesindeki yolsuzluk haberiyle ilgili bana belge ve bilgi veren iki isim beni telefonla aradılar. Kadıköy’de olduklarını, müsaitsem benimle görüşmek istediklerini söylediler. Haluk Tamgaç ve avukat Erdal Ilıkgöz’e, yoğun olduğumu, bir haber üzerinde çalıştığımı ancak bir kahve ısmarlamak için vaktim olduğunu söyledim. Geldiler ve Taraf’ın üst katındaki kafede onlarla kahve içtik. Yoğun olduğumu söyledim ve haberi kendilerine açıklamadım. Hayatımda Taraf’ta haber çıkmadan elimdeki haberi kimseye açıklamıyordum. Bu hatayı bir kez bir yıl önce yapmıştım. İlker Başbuğ ve AYM Başkan Vekili Osman Paksüt haberini bir gün önce bir gazeteciye söylemiştim ve bambaşka olaylar olmuştu. Enis Berberoğlu’nun da bu olay yazısına konu olmuştu. Karargah kitabımda bunu kısmen yazmıştım.
Gelen misafirlerimle ayrıldık ve haberi Taraf’ta girmek için aşağı kata indim. Neşe Düzel ve yayın kurulunda, MİT Raporunun ardından, hangi mektupları yayınlayacağımızı konuşuyorduk. Mit raporunda ek olarak gösterilen fakat bulamadığımız iki raporu tekrar konuştuk. Keşke elimizde olsalar da haberi birkaç gün devam ettirebilsek dedik.
Elimizdeki MİT raporu, ailenin mektupları ve anlattıklarıyla haberi yaptık.
AVUKAT BENİ ARADI VE ARŞİMİDİS DOSYASININ TAMAMININ KENDİSİNDE OLDUĞUNU SÖYLEDİ
Taraf’ta o gün Erdoğan Demirören ve Arşimidis dosyası yayılanınca, deyim yerindeyse yer yerinden oynadı. Tüm televizyonlarda, internet sitesinde benim haberim konuşuluyordu. Mit raporu, belgesi konuşuluyordu.
Sanırım saat 11:00 civarıydı. Telefonum çaldı. Arayan bir gün önce beni ziyarete gelen, kahve içtiğim, Ataşehir Belediye Başkanının eski avukatı Erdal Ilıkgözdü. “Mehmet Abi, Arşimidis dosyasını yazmışsın. Dün geldiğimizde ilgilendiğin konu bu muydu? Abi o dosyanın tamamı bende. Sizin bulamadığınız raporlar da bende” dedi.
Tam bir şok halindeydim. “Erdal sen ne diyorsun” diye çığlık attım. “Abi dosya yazlıkta, Çınarcık’ta” dedi. “Erdal ne yap yap, bana o dosyayı bugün ulaştır” dedim. Deniz taksi mi tutuyorsun, araba mı tutuyorsun, ne tutuyorsan tut ve bana dosyayı getir” dedim. O da tamam dedi ve yazlığa gidip, dosyayı getirdi.
Telefonu kapadım ve Neşe Düzel’in odasına gittim. Haberi verdim. İkimiz de bir birimize sarıldık. Hemen gazetenin ikinci gün manşetini değiştirdik. Mektupları yazacaktık ancak rapor gelir ve kayda değer olursa, manşeti ona göre ayarlayacaktık.
Erdal öğleden sona elinde dosyayla geldi. Dediği gibi kayıp iki rapor dahi, tüm dosya elindeydi.
Erdal’a, “bu belgeler sende ne arıyor” diye sordum. Arşimidis dosyasının kendisinde nasıl bulunduğunu ise şöyle anlattı; Öldürülen bu iki Rum vatandaşın akrabaları yıllar sonra ellerindeki belgeleri KÜRT İdris olarak bilinen mafya lideriyle paylaşıyorlar. (Ferruh karakaşlı beni bu kişiyle tanıştırdı. Mersin’de oturuyordu ve ben de kendisiyle görüştüm. Yıllar önce belgeleri Kürt İdris’e verdiklerini doğruladılar.) Ona, mallarını Erdoğan Demirören’den geri alma karşılığında bir para teklif ediyorlar. Kürt İdris de belgeleri alıyor ve onlara yardım edeceğini söylüyor. Ancak iddia o ki yardım etmek yerine yıllarca bu belgeleri şantaj ve tehdit aracı olarak kullanıyor. Erdoğan Demirören’i haraca bağlıyor. Ataşehir Belediyesindeki bu avukat da o dönem Kürt İdris’in avukatlığını yapıyor. Kürt İdris ölünce de tüm dosya ve belgeler kendisinde kalıyor.
Taraf gazetesinde önce aileden aldığımız MİT raporunu yayımlamıştık. Taraf gazetesinde bir gün sonra ise “İşte MİT’in kaybolan raporu” başlığıyla bu yeni belgeleri haberleştirdik. Demirörenlerin yeğeni Ferruh Bey’le de bu konuları ve belgeleri konuştuk ve aile içinde bu konunun hep konuşulduğunu tekrar belirttiler. Ferruh Bey bu kayıp olan, kendisinde olmayan raporu benden talep etti. Gazetede yayımlayacağımı söyledim.
Haber ikinci gün de bomba etkisi yarattı.
Erdoğan Demirören ve Milliyet gurubu sessizliğe bürünmüşlerdi. Milliyet gazetesi ilk gün cılız bir şekilde, haberi yalanlamıştı ancak bu ürkek yalanlama kamuoyunda haberin doğrulandığı şeklinde yorumlandı.
DERYA SAZAK: HABER DOĞRUYDU ANCAK MİLLİYETİN İTİBARI İÇİN HABERİ YALANLAMAK ZORUNDA KALDIK
Gazetenin o dönem Yayın Yönetmeni olan Derya Sazak yıllar sonra bir kitap yayımladı. Kitapta benim haberim ve o gün Milliyette yaşananlar da yer aldı. Sazak, haberin çıktığı gün, Erdoğan Demirören’le konuştuklarını, haberi yalanlamasını istediklerini ancak onun yalanlama yapmayacağını söylediğini kitabında yazdı. Milliyet gazetesinin itibarını korumak haberin doğru olduğunu bile bile kendilerinin haberi yalanladıklarını kitapta yazdı.
ANNE DEMİRÖREN BENİ TELEFONLA ARADI
Haberin çıktığı gün ya da bir gün sonra gazetenin sekreteri bir kadının benimle konuşmak istediğini söyledi. Kendisine telefonu bağlamasını söyledim. Arayan, Erdoğan Demirören’in hayatta olan tek ablası, Ferruh Karakuşlu’nun annesiydi.
Hanımefendi, ailesiyle niçin uğraştığımı, neden onlar hakkında haber yaptığımı sordu. Belgeleri kimden aldığımı, oğlunun bu konuyla bir ilgisinin olup almadığını bana sordu. Kendisini dinledim ve kibar bir şekilde konuştuktan sonra da telefonu kapattım.
Hemen Ferruh Beyi aradım. Annesinin beni aradığını söyledim. Olayı öğrenip bana döneceğini söyledi.
Kısa bir süre sonra döndü ve arayanın gerçekten annesi olduğunu söyledi. Aile içinde haber kaynağının kendisi olduğu yönünde şüpheler varmış. Annesi ona da “bu haberleri gazeteciye sen mi veriyorsun” diye sormuş. Ferruh Beyin son bir yıldır dayısı Erdoğan Demirörenle miras kavgası ve aile içi mücadelesi onlara haber kaynağının kendisi olduğunu düşündürmüş.
Üçüncü ve dördüncü gün ise Taraf gazetesinde ailenin mektuplarını yayımladık. Yıldırım Demirören’in, kuzenlerine, şirketteki hisseleri vermemek için bazı sahtecilik yaptığı da Ferruh Bey ve diğer kız kuzenleri tarafından iddia olarak bana detaylı bir şekilde anlatıldı. Haberde bunlara da yer verdim.
ŞUAN MİLLETVEKİLİ OLAN BİR DANIŞMAN: DEMİRÖREN’İN GEÇMİŞİNİ BİLMİYORDUK. BUNDAN SONRA KUCAĞIMIZDA
Başbakan Erdoğan’ın, 2003-2005 yılları arasında danışmanlığını yapan bir isimle tanışıyordum. Bu kişi bir ara Tayyip Erdoğan’la ilgili bir de kitap yazdı. Emine Erdoğanın da onayını alarak.
Bu isim haberimden sonra beni aradı. 2010 yılı sonrası tanıştığım bu isimle sık sık görüşürdük. Onunla buluştuk. Haberin Ankara’da ve AKP içindeki yankılarını bana anlattı.
Bu kişi aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın başka bir danışmanın da yakın arkadaşıydı. Bu danışman Erdoğan’ın sır küpü olarak bilinirdi. Yıllar sonra da milletvekili oldu ve halen de vekil. Benimle görüşen bu eski danışman, halen danışman olan arkadaşıyla haberimi konuştuğunu, bu kişinin kendisine “Baransu’nun haberiyle Erdoğan Demirören bu olayını öğrendik. Bundan sonra Demirören artık kucağımızda. İstediğimizi yapmaya mecbur” dediğini aktardı.
Duyduklarıma inanamamıştım. Haberimin bir şantaj aracı olarak birileri tarafından kullanılacağı iddia ediliyordu.
Aradan kısa bir süre geçti. Ankara’da AKP’nin bir organizasyonuna katıldı. Yukarıdaki cümleleri kullandığı söylenen danışmanı, yanında Süleyman Soylu’yla birlikte gördüm. Soylu’yla ayrıldıktan sonra yanına gittim. O gün başımdan kaynar sular döküldü. Gerçekten arkadaşına yukarıdaki cümleyi kurmuştu. Bana da şunu söyledi; “Elimize büyük bir koz verdin.”
Kendi fikri miydi yoksa partinin fikri mi anlayamadım.
Sonrasında yaşananlar ise beni hep kuşkulandırdı. Erdoğan Demirören’in ağlayan ses kaydı internete düştü. Hürriyet gazetesi Aydın Doğan’dan alınıp, Demirörenler’e verildi. Ziraat Bankası ve kredi olayı derken, CNN Türk başta olmak üzere, Demirören grubu iktidarın yayın organı haline geldi. Başına da Ahmet Hakan denen kişi getirildi.
Bu yaşananlarda haberimin bir etkisi oldu mu bilemiyorum. Şuan milletvekili olan danışmanın “kucağa oturma” cümlesi ve sonrasında yaşananlar hep kafamda bir soru işareti olarak durdu.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU İNTİHAR ETTİ
Arşimidis olayıyla ilgisi olduğu söylenen, öldürülen Rum vatandaşlarını yurtdışındaymış gibi gösteren Hayri Kozakçıoğlu haberden kısa bir süre sonra intihar etti. Ferruh Beyin Kozakçıoğluyla ilgili bana aktardıkları aklıma geldi. Kendisini aradım. O da şaşkındı. Kozakçıoğlu ailesinden iki ismin Demirören grubunda çalıştığı bilgisini Ferruh Beyden öğrendim.
Bu olayda ismi geçen iki ünlü Emniyet Müdürü daha vardı. Ben onları da aramış ve görüşmek istediğimi söylemiştim. Ferruh Bey ve benim dikkatim bu intiharla o isme döndü. Onlar sessiz kalmayı tercih ettiler.
ESKİ BİR BAKAN: ARŞİMİDİS MİT BELGESİ BANA 1994 YILINDA GELDİ. İKİ GAZETECİYE HABER YAPSINLAR DİYE VERDİM. ONLAR RÜŞVET ALIP HABER YAPMAMIŞLAR
Bu haberimden sanırım bir yıl sonra eski bir Bakanla oturup konuşuyorduk. Bu bakan 90’lı yıllarda bakanlık yapmış bir isimdi. Spor kamuoyunun da çok yakından tanıdığı bir kişilikti. Medya dünyasıyla da hem geçmişte hem de o gün bağlantısı vardı.
Şirketinde otururken, nasıl oldu hatırlamıyorum ancak ben konuyu Erdoğan Demirören ve MİT raporuna getirdim. Ben haberimi anlattıktan sonra bana “ben o MİT raporunu biliyorum. Özal’a sunulan rapor, bir tanıdığım vasıtasıyla bana da verildi. Ben de iki gazeteciye konuyu araştırıp haber yapmaları için verdim. (gazetecilerin isimlerini bana söyledi) Ancak bu gazeteciler haberi yapmadılar. Sonra araştırdım ki bunlar haber karşılığı karşı taraftan, Erdoğan Demirören’den para almışlar.”
Eski Bakan bana o iki gazetecinin ismini de söyledi. Birisi hayatta değil ancak diğeri Sözcü gazetesinde halen yazarlık yapıyor. Medyada “duayen, abi” diye geziniyor. Yakın tarihte ismi çok gündeme gelmişti. Siyaset konuşmuştu. “Duayen” deyince, insanların aklına hemen Uğur Dündar geliyor. Bu kişi Uğur Dündar değil. Dündar da para karşılığı haber yapacak ya da yapmayacak adam değil. Bunu not alarak düşeyim.
SEDAT PEKER, ARŞİMİDİS DOSYASI, DEMİRÖREN, CİNAYET İDDİASINI AÇIKLAYACAĞINI SÖYLEDİ.
2021 Mayıs ayı içerisinde, Sedat Peker, yayımladığı bir videoda, benim yıllar önce tüm belgeleriyle yazdığım Arşimidis, Erdoğan Demirören, cinayet, Rumların mallarına çökme hadisesini videoyla paylaştı. Bunları açıklayacağım dedi. Sonra uzun bir süre sessizliğin ardından 2022 yazında Peker bunları açıkladı.
Peker’in açıkladığı konular, benim yıllar önce yazdığım konulardı. Peker gazeteciliğinden başka bir gazetecilik yapma başarısı olmayan Halk TV ve programcıları günlerce bu konuyu işlediler. Konuklar aldılar. (Erdinç Bey) Her şeyi bildiğini zanneden ancak hiçbir şey bilmeyen Barış Pehlivan dahil tüm konuklar bu konuyu konuşmaya başladılar. “Bavulcu” diye küçümsedikleri bir kişi, bu haberi yıllar önce yazmış, Peker de yıllar sonra gündeme getirmişti. Benim ve haberimin değerini düşürmek için “zaten bunu yılar önce Nokta yazmıştı, biliniyordu. Taraf da yazdı. Fethullahçılar niye yazdırdı, anlamadık” demeye başladılar.
Bu konuyu bildikleri söyleyip anlatmaya başladılar. Anlattıkları konu ve bilgiler, Taraf gazetesinde benim yazdıklarımdı. Taraf’ta benim yazdıklarımı, kendi bilgileriymiş gibi, yıllar önce sanki yazılmış gibi anlatıyorlardı. Taraf, Baransu yazdı diyemiyorlardı çünkü ben “bavulcu ve kumpasçıydım.”
Yılar önce Nokta dergisinin bu olayı yazdığı falan da yoktu. Nokta dergisi meşhur MİT raporunda geçen bir cümleyi yazmıştı. Ben ise bu konuyla ilgili tüm MİT raporunu, Genelkurmay Başkanlığı ve 1. Ordu Komutanlığına giden belgeleri yazmıştım. Aile içi mektupları yazmıştım.
Ekranlarda Taraf’ın haberini kendi bilgileriymiş gibi söylüyorlardı. Taraf gazetesi ve Sedat Peker olmasa, bunların gazeteciliğini gerçekten düşünemiyorum.
Bu konuyu niçin anlattığıma gelince… Bu kişiler, Halk TV’ye çıkanlar, (cezaevinde Halk TV olduğu için sadece onu izleyebiliyorum), Erdoğan Demirören’le ilgili Sedat Peker’in anlattıklarının ve Taraf gazetesi, Mehmet Baransu’nun yazdıklarının çok önceden bilindiğini anlatıp durdular. Nokta dergisi yazdı dediler. Nokta’nın yazdığını da yine benim haberimden öğrendiler. Çünkü ben Nokta dergisindeki haberi de yayımlamıştım. Bir dönem Milliyet Gazetesinde çalışan Fikret Bila ve Mehmet Tezkan da bu bilgilerin yıllardır bilindiğini söylediler Halk TV’e.
Onlar bunu söyleyince benim aklıma bir anda Korkmaz Yiğit ve Milliyet satışı geldi.
MİLLİYET GAZETESİ KORKMAZ YİĞİT’E SATILDIĞINDA ÇALIŞANLAR “KİRLİ PATRON, KİRLİ PARA, KANLI MAAŞ İSTEMİYORUZ” DEMİŞLERDİ
Medya dünyasından çok az insan bilir ancak benim bir günlük Milliyet gazetesi maceram var. Haftalık Aksiyon dergisinde çalıştığım dönemde, başta Milliyet gazetesi olmak üzere diğer gazetelere kaçakçılık haberleri konusunda haber atlatıyordum. Genç yaşımda o dönem, Hürriyet ve bir çok gazete köşelerinde benden gazeteci ağabeylerim bahsederlerdi. Ben Aksiyon’da, Nedim Şener Milliyet’te, Ferhat Ünlü ise o dönem Yeni Şafak gazetesinde kaçakçılık üzerine haberler yapardık. Haftalık dergide çalışmama rağmen, onlara sık sık haber atlatırdım.
O yıllarda Milliyet gazetesinden iş teklifi aldım. Bir günlüğüne de olsa Milliyette çalıştım ve ayrıldım. Medya dünyası hatırlayacaktır, Milliyet’te yönetim değişikliği olmuş ve gazete yönetimi ayağı kalkmıştı. “Kargadan başka kuş, Milliyet’ten başka gazete tanıdım” diyen bir gazeteci büyüğümüz odasını terk etmemişti. İşte o kargaşanın yaşandığı gün Milliyet’teydim. Beni işe alan şefim de görevden alındı. Gazete karışınca ayın gün işten ayrıldım.
Sonra gazetede işler yoluna girdi. Şefim tekrar aynı göreve geldi ancak ben o dönem Milliyet’te çalışmanın çok da doğru olmadığını düşündüm ve bir daha gazeteye gitmedim.
Medya dünyası hatırlayacaktır. Korkmaz Yiğit adlı iş adamı Kanal 6 televizyonunun ardından Milliyet gazetesini satın almıştı. Türkbank skandalı, Korkmaz Yiğit’in mafyayla olan ilişkisi nedeniyle, gazete yönetimi ayağa kalktı. Abdi İpekçi ve Milliyet bu kirliliğe teslim edilemez diye bayrak açtılar. “İstifa ederiz, bu kirli patron ve insanlarla çalışmayız. Kirli para, kirli patron, kanlı maaş istemiyoruz ” diye yöneticiler ve çalışanlar isyan ettiler. Sonunda da Aydın Doğan satıştan vazgeçmek zorunda kaldı. Daha doğrusu Milliyet’i geri almak zorunda kaldı. O dönem Milliyet çalışanları, Korkmaz Yiğit’e baş kaldırıp, gazetelerini “şaibeli kişi ve paradan” korudular. Bu da basın tarihine geçti.
Bir gazeteci olarak o günleri yakınan yaşadım. Milliyet ve Hürriyet’e sık sık uğrardım. Yazarlardan ve müdürlerden bu cümleleri defalarca işittim. O gün bu tepkiyi koyan isimler, yıllar sonra Milliyet gazetesi Erdoğan Demirören’e satılınca, sessizce patronun adamı oldular. Hürriyet gazetesi satılınca yine aynı sessizlik yaşandı.
Fikret Bila ve Mehmet Tezkan Halk TV’de, Taraf gazetesindeki haberimin, Sedat Peker’in Erdoğan Demirören ve Aşimidis olayıyla ilgili anlattıklarının kendileri tarafından yıllar önce bilindiğini, medyada çıktığını söylediler. Kendi kulaklarımla dinledim. Barış Pehlivan ve Gökmen… ise Fikret Abilerini pür dikkat dinliyorlardı.
Bila ve Tezkan’a şunu sormak ise akılarına gelmedi. Madem bu kişinin geçmişinin, servetinin böyle olduğunu biliyordunuz, o patronla yıllarca niye çalıştınız? O maaşları nasıl aldınız? Niye sessiz kaldınız ve bunu gündeme getirmediniz? Mehmet Baransu yazana kadar neredeydiniz?
Milliyet, geçmişinde Korkmaz Yiğit’’e karşı yaptığı direnişle biliniyor. Siz o direnişi Erdoğan Demirören’e karşı niye yapamadınız? “Kanlı olduğunu bildiğinizi söylediğiniz o maaşları çocuklarınıza nasıl yedirdiniz?
Soruları çoğaltabilirim ancak bunlar sizlere iki gömlek büyük gelir.
Barış Pehlivan, İsmail Saymaz ve Halk TV’cilerin bu soruları Fikret Abileri başta olmak üzere diğer dostlarına sorabilirler mi? İsmail de Hürriyet’te bir süre Erdoğan Demirören’den maaş almıştı sanırım. Bu olayın “perdesinin önünü, arkasını”, “açıkça”, “sansürsüz” konuşun bakalım.
Bitirirken tekrar edeyim. Her gördüğünüz sakallıyı dedeniz sanmayın. Her haberi Fethullahçılar yaptırdı zevzekliğini ekranlarda dile getirmeyin. Böyle rezil olur ve karşılığında bu zor sorulara muhatap olursunuz.
“Bavulumda” sizlerin kirli çamaşırlarını biriktiriyorum. Cezaevinden çıktığım gün kirli çamaşırlarınızı sizlere iade etmekten mutluluk duyacağım.