YILDIRAY OĞUR’UN BANA İFTİRA ATTIĞI MAHKEMEDE ORTAYA ÇIKTI. 

OLAY: 16: 

Yıldıray Oğur. Bu davanın sanıkları arasında. Hakkımda atmadık iftira bırakmadı. Savcı ve polise verdiği ifadede şu iftiraları atmıştı;  Tuncay Opçin’le, benim bilgim ve yönlendirmemle 5-6 kez görüşmüş. Ben askere giderken Tuncay Opçin’le görüşmesini söylemişim. O da görüşmüş ve haberler yapmış. Ben askerdeyken (2008 yılı Ağustos’tan yıl sonuna kadar) haber göndermeye devam ediyormuşum ve bunları Tuncay Opçin üzerinden alıyormuş. Opçin’le ben askerde olduğu dönemde buluşmuş ve bazı askeri haberler yapmış. 

İddianamede ifadesine aynen yer verilmiş. İddianame sayfa 260, 

  

Bu iftirayı duyduğumda kan beynime sıçramıştı. Çünkü; Yıldıray Oğur’la yaklaşık 5 yıl yan yana çalışmıştık. Masalarımız yan yanaydı. Düğününe gitmiştim Gazetede en sevdiğim isimlerden birisi onun eşi olmuştu. Hanımefendi, İstanbul hanımefendilerinin son temsilcilerinden biri Zeynep, onunla hayatını birleştirmişti. Çok mutlu olmuştum. 

Kendileri hakkında böylesi duygular beslediğim birinin bu iftiraları atması kanı beynime sıçratmıştı. 

Hatırlarsınız. Bu ifadenin ardından tüm yandaş medya, “öteki” dediğimiz medya ifadesini çarşaf çarşaf yayınlamıştı. Yıllardır çalıştığım Taraf gazetesi ise Oğur’la süren tazminat davasını benim üzerimden görme “seviyesizliğine” düşmüştü. “Yedek Bavulcu” manşetini atmıştı. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile “gizli kapılar ardında” görüşmeler yaptığı ortaya çıkan, Taraf’ı Davutoğlu’nun arka bahçesi yapma anlaşması yapan Neşe Düzel ve ekibi, ben cezaevindeyken bir anda yazılarıma son vermiş, finali ise “Yedek Bavulcu” manşetiyle yapmışlardı.    

Bu iftiraları okurken, Yıldıray Oğur’la karşı karşıya gelmeyi hücremde dört gözle bekledim. Ve o gün geldi… 2 Eylül 2016…. 

Ellerime kelepçe vurulmuş ve adliyenin yolunu tutmak üzere “tabuta” bindirilmiştim. İlk duruşmam olacaktı. Mahkemede yüz yüze geldik. Gözlerime bakmaktan çekiniyordu. Ahmet Altan ve Yasemin Çongar da duruşmaya gelmişti. Askerler sarılmamıza izin vermemiş, Altan’ın tepkisiyle yıllar sonra da olsa bir birimizle sarılmıştık. Onlar dışarıda, ben ise ellerim kelepçeli içerdeydim. Aylar sonra Ahmet Altan da tutuklanacaktı. 

Oğur, duruşmada kalktı ve ifadesine başladı. Kürsüye ilerledi. Sırtı bize dönük, savunma yapmaya başladı. İfadesi kısa sürdü. İftirasına aynen devam etti. Benim bilgim ve yönlendirmemle Opçin’le buluştuğunu söyledi. İfadesini aynen okudu. 

Daha sonra kendisine müşteki avukatı Hüseyin Ersöz sorular sordu. Soru bitince hakim Başkan Bülent Dalkıran kendisine yerine oturabileceğini söyledi. Dalkıran, suçlanmadığım, iddianamede olmayan suçlardan tutukluluğuma devam kararı veren hakimlerden biriydi. Ayağa kalkıp, sanığa sorularım olacağını söyledim. Başkan tekrar kendisini çağırdı ve sorularıma başladım. Gözlerimin içine bakmasını istiyordum çünkü gözlerimin içine bakıp yalan söyleyemezdi. Söylediklerinin iftira olduğunu, yalan olduğunu biliyordum. Allah da biliyordu. Öte tarafta da kendisiyle hesaplaşacağım. Orada Bülent Dalkıran yok. Allah var. 

İlk sorum şu oldu: “İfadenizde diyorsunuz ki Tuncay Opçin’le görüşmeyi Baransu’nun bilgisi ve yönlendirmesiyle yaptım. Ben size ne zaman gidin Tuncay Opçin’le görüşün dedim? 

Yıldıray Oğur: “Asker, yani askere gittiğinde yani ben Tuncay Opçin’i tanımıyordum. Tuncay Opçin’i senin adına Tuncay Opçin’le görüşeceğimi gazete…”

Yıldıray Oğur yalan söylüyordu ve daha ilk sorumda kekelemeye başlamıştı. Sorularıma devam ettim. 

Baransu: “Ben sana nerede, ne zaman, nerede Tuncay Opçin’le görüş dedim…”

Yıldıray: “Hatırlamıyorum, hatırlamıyorum. 6 yıl önce.” 

Yıldıray’ın kekelemesine, imdadına bakın kim yetişti. Mahkeme Başkanı, Oğur’ın köşeye sıkıştığını, doğru söylemediğini anlayınca bakın ne yapı?   

Mahkeme Başkanı Bülent Dalkıran: “Hatırlamıyormuş Mehmet Bey, ısrar etmeyin, hatırlamıyormuş, ısrar etmeyin…”

Mahkemeye Başkanından sufleyi alan Yıldıray Oğur…

SENİN YÖNLENDİRMENLE DEĞİL BİR YÖNLENDİRMEYLE TANIDIM

Yıldıray: “Hatırlamıyorum 6 yıl önce ben Tuncay Opçin’i BİR YÖNLENDİRME SAYESİNDE TANIDIM.” 

Baransu’nun yönlendirmesiyle diyen Yıldıray, şimdi Bir yönlendirme sayesinde diyordu. İki soru sormuştum ve dağılmıştı. Çünkü yalan söylüyordu. İki çocuğum var, onların yüzünü görmek bana nasip olmasın ki yalan söylüyordu. Şimdi aynı yemini kendisinin yapmasını isteyeceğim buradan. Ancak ben çocuklarımı katıyorum çünkü yalan olduğunu bildiğim için bu kadar rahatım ve katıyorum. Onun kaç çocuğu var bilmiyorum. Ancak o çocuklarını katmadan, kendisini ortaya atıp, yemin edecek. İftira attığı için buna cesaret edemeyeceğini biliyorum. 

SEN DEĞİL ALEV ER BENİ TUNCAY OPÇİN’LE TANIŞTIRDI

Sorularıma devam ettim mahkemede. 

Baransu: “Ben askere gitmeden önce mi askere gittikten sonra mı bunları söyledim size. Ne zaman söyledim bunları ben size?”

Yıldıray: “Askere gittikten sonra böyle bir görüşme yapacağım Alev Er galiba bana beni Tuncay Opçin’le görüşmeye gönderdi. Ben Tuncay Opçin’i tanımıyordum.” 

Baransu beni yönlendirdi, tanıştırdı iftirasından bir önceki soruda “bir yönlendirme sayesinde” diye cevap veren Oğur, şimdi de sen değil Alev Er beni Tuncay Opçin’le tanıştırdı. Buluşturdu diyordu. İkinci sorumda çözülmeye başlamıştı Yıldıray Oğur. Alev Er kim miydi? Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeniydi. Aktüel dergisinde yıllarca çalışmıştı. Tuncay Opçin’in de Aktüel dergisinde müdürlerinden biriydi.

Yalan söyleyen, iftira atan, sorularımla çözülen Yıldıray’a soru sormaya devam ettim.   

Baransu: “İfadende, Baransu yönlendirdi diyorsun. Ben mi yönlendirdim, Alev Er mi yönlendirdi, bunu bir netleştirelim. Ben ilk kez böyle bir iddia duyuyorum. Ben size hiçbir zaman gidin Tuncay Opçin’le görüşün demedim.”

Yıldıray: “Ben gazete yönetiminin bilgisi dahilinde, Tuncay Opçin’le görüştüm. Ben gazete yönetimi tarafından Tuncay Opçin’le görüştüm.” 

İfadesinde Mehmet Baransu’nun bilgisi ve yönlendirmesiyle görüştüm diye iftira atan adam, karşımda iki soruda dağılmıştı. Allah kimseye yalan ve iftira söyletmesin. Allah kimseyi bu durumlara düşürmesin. 

HAKİM BÜLENT DALKIRAN YILDIRAY OĞUR’A “BİRAZ ÖNCE İFADENDE BARANSU’NUN YÖNLENDİRMESİ, BİLGİSİ DAHİLİNDE DEMİŞTİN, ŞİMDİ BAŞKA BİR İSİM DİYORSUN. NİÇİN ÇELİŞKİLİ, YALAN İFADELER VERİYORSUN” DİYECEĞİNE BAKIN NE YAPTI? 

Hakim Bülent Dalkıran, önce savcılık ifadesinde sonra da mahkemede, beş dakika önce “Mehmet Baransu’nun bilgisi ve yönlendirmesiyle Tuncay Opçin’le tanıştım” diyen ancak şimdi Alev Er ismini ortaya atan Yıldıray Oğur’a, niçin çelişkili ifadeler verdiğini, yalan söylediğini soracağına bakın ne yaptı? 

Mahkeme kayıtlarından yazıyorum.

Mahkeme Başkanı Bülent Dalkıran: “Hatırlamıyor musunuz Yıldıray Bey, hatırlamıyor musunuz kimin yönlendirdiğini…”  

Yıldıray: “Tam hatırlamıyorum yani… Baransu’nun yönlendirmesiyle mi yoksa nasıl onunla buluşabiliriz ki yani başka türlü buluşamayız…” 

Mahkeme Başkanı: “Tamam, tamam, tamam onu söyleyin tamam…”

İftira attığı ortaya çıkan birinin imdadına hemen yetişen bir hakim. Üstelik Mahkeme Başkanı bu kişi.. Sanığın ya da tanığın iftirasını, ifadesindeki çelişkileri sorgulayacağına, gerçeğin peşinde koşacağına onu yönlendiriyor ve hukuk cinayeti işliyor. Ondan “hatırlamıyorum” demesini istiyor. Bunlar yargılandığım mahkemede yaşandı. 

Mahkeme Başkanının tavrını görünce bu sorumu açmak, kimin Tuncay Opçin’le onu tanıştırdığını, buluşturduğunu öğrenmek için yeni sorular sordum ancak hakim bunlara izin vermedi. “Başka, tamam, başka…” geç diyerek sorularımı engelledi. 

Yıldıray Oğur, Taraf gazetesinde haber yaptığımız CD’leri benim haberden sonra götürdüğümü, bir haber için aradığında bulamadığı iftirasında da bulunmuştu. Ancak haberden sonra kendisi o bulamadığı, Taraf’ta olmadığını söylediği, benim götürdüğümü iddia ettiği CD’den “12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat Planını” dizi haber yapmıştı. Yani CD’ler bir yere gitmemişti. Taraf’taydı. 

İşte bu iftirasını da sordum. Yazı dizisini ne zaman hazırladığını sordum. Cevap veremedi. Sonra kendisine şunu sordum. 

Baransu: “CD’ler bir yerde duruyordu. Mehmet Baransu aldı götürdü onları, imha etti gibi bir şey söylüyorsunuz.”

Yıldıray: “İmha etti demiyorum, öyle bir şey söylemiyorum.”  (İfadesinde aldı götürdü demiş)

Baransu: Aldı götürdü diyorsunuz.

Yıldıray: Balyoz haberlerini yaptığımız 4 CD vardı. Haberleri yaptıktan sonra bunları tekrar kullanmamız gerekti. Haber için. Bir süre sonra CD’lerin nerede olduğunu sorduğumda Mehmet Baransu onları alıp götürdü diye cevapla karşılaştım, doğru olmayabilir ben böyle duydum.

Baransu: Bu süre ne kadar sonra, kim verdi size bu cevabı?

Yıldıray: Hatırlamıyorum, kimin verdiğini hatırlamıyorum.

Baransu; Kim söyledi size bunu?

Yıldıray: Hatırlamıyorum kaç defa daha söylemem gerekecek size.

Baransu: CD’leri götürmüşsem, o dönem Bayrak Harekat Planı, 12 Eylül planıyla ilgili yazı yazdı. Hatta bunu doktora tezi olarak hazırlayabilirim demişti. CD’leri götürmüşsem, yoksa nasıl yazdı bu yazıyı…

Mahkeme Başkanı: Emin değilim diyor, götürmemiş olabilir diyor. 

Emin olmadığı bir konuda savcılığa kesinmiş gibi ifade veren Yıldıray Oğur, “CD’ler yoksa, ben götürmüşsem nasıl yazın dizisini yazdın?” diye sorduğumda, bu kez de “emin değilim, götürmemiş olabilirsin” diye cevap veriyor. 

Oğur’a, Tuncay Opçin’le yüz yüze ya da telefonla kaç kez görüştüğünü sordum. Çünkü bu soruyla bana attığı iftirayı ortaya çıkarmak niyetindeydim. Mahkeme kayıtlarından o bölüm. 

Baransu: “Tuncay Opçin’le kaç kez görüştünüz telefonla ya da yüz yüze?”  

Yıldıray:  “eeee yüz yüze 5-6 kez görüşmüşümdür evet. Telefonla yani bu görüşmelere giderken telefonda görüştüm. Özel olarak onunla bir telefonla görüşmem olmadı. Bu görüşmelere giderken bir takım görüşmeler yaptım.” 

“Görüşmelere giderken telefonda görüştüm” bilgisinden hareketle, en fazla Opçin’le 10-20 arasında telefon görüşmesi olması gerekli bu durumda. Bakın neler olmuş bu ikili arasında. Bu ikilinin görüşmesi benim bilgim, yönlendirmem sayesinde olmadığı için, haber kaynağım da Tuncay Opçin olmadığı için üzerime atılan bu iftiranın ortaya çıkması için elimden geleni yapacağım. Bakın aralarındaki ilişki nasılmış…

Araya girerek konuyla bağlantılı iddianamede bir iki satır yazılan bir bölümü anlatayım. 

İddianamede bir de Kurtuluş Tayiz tanık olarak dinlenmiş. Yazı işlerinde CD’leri inceleyen herkesi sanık yapan savcılık iki ismi yapmamış. Biri Kurtuluş Tayiz. Diğeri ise AKP Milletvekili Markar Eseyan. Bu da ayrı bir ilginçlik. Mahkemede CD’leri inceleyen kişilerden birinin de Markar Eseyan olduğunu söylemiştim. Mahkeme SEGBİS çözümlerini yaptırmış. Markar Eseyan ismini bazı yerlerde silmişler. Bu bölüme “ses anlaşılmadı” yazmışlar. Okuyunca gülümsedim.  

Kurtuluş Tayiz tanık olarak ifade vermiş. Taraf çalışanları hatırlayacaktır, Tayiz’in kim adına çalıştığını o günlerde söylerdim. Gazeteci falan değildi. Kendisi, bir “görevli elemandı.” Görevini de yaptı. Halen yapıyor.  

Kurtuluş Tayiz, PKK’lı biri. Terör Örgütü üyeliğinden cezaevinde yattı. Onunla Van’da, Siirt’te kalan PKK’lılar, şuan benimle aynı cezaevindeler. PKK’nın Siirt Cezaevi sorumluluğu yaptı. PKK’lı Tayiz, cezaevinden sürpriz bir şekilde tahliye oldu. Önce Gündem gazetesine, ardından da Taraf’a “gönderildi.”  

Savcı, Tayiz’e, Yıldıray Oğur’un, “Baransu CD’leri götürdü” iftirasını sormuş. Oda konuyu bilmediğini, Yıldıray Oğur’dan bunu duyduğunu söylemiş. Tayiz bir de şunu söylemiş. “Baransu askerdeyken onun yerine Yıldıray Oğur haberlere devam etti.”

Savcı da tutmuş bunu iddianamenin 234’üncü sayfasında yazmış. Savcı yazmasına yazmış ancak delil diye tek bir haber iddianameye, dosyaya koymamış. Yıldıray Oğur hangi haberleri yaptı? O haberler nelerdi? Ne zaman yayınlandı? Ne zaman çıktı bu haberler? 

Tek bir haber yok iddianamede. Ortaya biri iddia atmış. Aynen yazmışlar. İftira mı gerçek mi araştırma gereği duymamışlar. 

Tayiz bir de şunu söylemiş. Tuncay Opçin ve Baransu samimi arkadaşlarmış. Bunu nereden bildiği, delilinin ne olduğu gibi bilgiler yine yok iddianamede. Savcı bile sormamış. Tayiz’i mahkemeye tanık olarak çağıracağım. Bakalım samimi arkadaş olduğumuza nasıl karar vermiş? Mahkemede bizlere PKK günlerinden de bahsederse sevinirim. PKK’dan bugüne hayat hikayesi önemli çünkü.

BEN ÇANAKKALE’DE ASKERDEYİM. AYLAR GEÇİYOR. TUNCAY OPÇİN-YILDIRAY BULUŞUYOR. BARANSU TANIŞTIRDI DİYOR SAVCI. 

Dava dosyasından Tuncay Opçin, Yıldıray Oğur telefon trafiğine de baktım. Bir de kendi trafiğimi çıkardım. Bakın trafik bilgisi nasılmış?  

Benim askerde olduğum dönemde (Ağustos 2008-Ocak 2009 arası. Toplam 5 ay askerlik)  sadece Ekim 2008’de görüşmüşler. 19 Kez. Ben askere Ağustos ayında gidiyorum. Askerdeyim. Ağustos ve Eylül ayında görüşmüyorlar. Ben askerde üçüncü ayıma giriyorum. Çanakkale’deyim. Onlar İstanbul’dalar. İrtibatım yok her ikisiyle de. Ancak tanışıp, görüşüyorlar.  Bunu da benim yaptığımı iddia ediyor. Mahkemede iftirasını sorunca da sen değil, Alev Er’in yönlendirmesiyle görüştüm diyor. Ekim ayından başka da aralarında görüşme yok 2008 yılında.  

2009-2010 yılı arasında tam 68 görüşme yapılmış ikili arasında. Askerliğim bitmiş. Taraf’a geri gelmişim. Eğer ben tanıştırmış ve haber alış verişi yapmalarını söylemişsem, ben Taraf’a geldiğim için artık görüşmemeleri gerekli değil mi? Akıl, mantık bunu gerektirir. Ancak, görüşme trafikleri ben askerden geldikten sonra artmış ve tüm yıla yayılmış. 

2010-2011 yılı arasında 51 görüşme yapmışlar bu ikili. Geleyim en ilginç olan noktaya. Bu görüşmelerin 36 tanesi Tuncay Opçin’in eşinin telefonu üzerinden olmuş. Yıldıray, Opçin’in eşinin telefonunu biliyor ve oradan da görüşüyorlarmış. 

Ben Opçin’in eşinin telefonunu bile bilmiyorum. Dava dosyasında HTS kayıtlarımız var. Kayıtlarıma baktım. Opçin, eşinin telefonundan beni 5 yıl içinde bir kez aramış. Düşünün artık. Yıldıray mahkemede ne demişti. Sorum üzerine. “Özel olarak onunla bir telefon görüşmem olmadı.” Özel görüşmesi yok ancak, Tuncay Opçin’in eşinin telefonundan görüşmüşler. 

Tuncay Opçin’le benim aramda nasıl bir telefon trafiği varmış diye de baktım kayıtlara. “Tuncay Opçin belge veriyordu, haber kaynağıydı” iddiasının, iftira olduğunu bildiğim için didik didik dosyaya bakıyorum. Alnım ak, çiğ yemedim ki karnım ağrısın. Alnı ak olmayanlar düşünsün. Mantığım hep bu. 

2007-2008 arasında Tuncay Opçin’le aramızda bir telefon görüşmesi yok. Kendisiyle o dönem görüşmüyordum bile. Bir kez beni iş yerinden aramış o dönem. Bana “Ahmet Altan-Alev Er bir gazete çıkaracak. Muhabir arıyorlar. İşten atılmışsın. İstersen bir görüş” demişti. Ben de kendisine teşekkür etmiş ve görüşmeyi yapmıştım. Uzun bir süre de bu olaydan sonra görüşmedik. Hatta işe alındıktan sonra teşekkür için bile arayamamıştım, aradığı telefonunu kaydetmemişim. Cep telefon numarası bile bende yoktu. Taraf’ta çalıştığım ilk dönemlerde bile yoktu. 

Taraf’a girip askere gidene kadar hangi haberleri yapmışım o dönem. Bir iki örnek sadece. O dönem Taraf’ta hangi askeri haberleri yaptığım arşivlerde. Üsteğmeni Dağda Unuttular. (Üsteğmen Erzurum’luydu. 18 sene Erzurum’da kaldım. Haber kaynağım Erzurumlu birisiydi.) Dağlıca Baskını haberlerini yaptım. Dava Van’da görülüyordu. Gazeteciler askerlerden korktuğu için haber yapamıyorlardı. “Vatan hainliğinden” yargılanan askerlerin aileleri, avukatlarıyla görüştüm. 3 klasör dava belgesini avukatlarından aldım. Bir ay kesintisiz haber yaptım. Haber kaynağım da Tuncay Opçin falan değildi. Haber kaynağın Opçin olsa en azından aramızda bir telefon görüşmesi olması gerekirdi bu dönem. O da yok. Aynı yerde bile telefonlarımız sinyal vermemiş düşünün. HTS kayıtlarımda, Dağlıca baskını sonrası yargılanan askerlerin avukatları, aileleriyle görüşmelerim var.   

2008-2009 yılında da Opçin’le aramızda bir telefon irtibatı var. Askere gitmeden önce 30 Temmuz’da beni aramış. Bu görüşmeyi de hatırlıyorum. Üsküdar’da vapurdan inerken onu tesadüfen vapur iskelesinde gördüm. Ayak üstü biraz lafladık. Yanılmıyorsam, Hanefi Avcı’yla görüşmeye gideceğini söyledi. Edirne’ye. Ben de “bırak o adamla ilişkini. Halen sıkı fıkı mısınız?” diye sormuştum.  Beni biraz sıkıntılı ve tedirgin gördüğünü söyledi. Bende kendisine “suikast ihbarı var benimle ilgili. Devlet aktardı bu bilgiyi, biraz tedirginim” demiştim. 

2008 yılında hangi haberleri yaptığım da ortada. Paksüt, Başbuğ görüşmesinden tutun, Lahika haberlerine, Dağlıca’dan tutun fişleme belgelerine onlarca askeri haber yaptım Taraf’ta. Haber kaynaklarımı merak edenler şu detayı hiç göremediler. Karargahta olan bir kişi haber kaynağımdı. O kişi emekli olduktan sonra tek bir askeri haber yapamadım. Neden acaba? Bunu bile anlayamadı Türk basını. 

Haber kaynağım FETÖ, Tuncay Opçin olsaydı daha sonra da askeri haberler yapmam gerekirdi. 

HTS kayıtlarına devam edeyim. 2009-2010 yılında 74 kez arama, aranma kaydı var Tuncay Opçin’le aramızda. Hiç aramayan adam bu yıl neden aramış derseniz cevabı şu. Kamuoyunun beni bildiği, tanıdığı bir dönem. Tuncay Opçin de yanılmıyorsam Aktüel dergisinde işe tekrar başlamıştı. Haberlerimden sonra diğer gazeteciler gibi o da beni arardı. Aktüel’de o da haberler yapmaya başladı. O beni, ben onu haberlerle ilgili arardık. Aktüel’de röportajım çıktı. Kitap yazıyordum. Kitabımda Tuncay Opçin’in,  Aktüel dergisinde yazdığı bazı haberleri kullandım. Kendisinden izin aldım. O haberleri kitabımda kullanmak için. Kitabımda ismi var. Karargah kitabımda. Defalarca ismi geçiyor. Hangi haberlerini kullanmak için izin aldığımın hikayesi de var. Çünkü, yıllar önce iki imzayla Aksiyon dergisinde yazdığımız bir haberi,  bir gazeteci kitabında kullanmış ve haberi ortak yaptığım arkadaş, o gazeteciyi ve yayın evini mahkemeye vermişti. İzinsiz haberi kullandıkları için tazminat talep etmişti. Böyle bir durumla karşılaşmamak için, Opçin’i aramış ve haberlerini kitapta kullanma izni almıştım. Kitapta da bunu yazdım zaten. 

Şu notu da düşeyim. HTS kayıtlarımdan şunu gördüm. Habertürk’ten tutun, diğer medya kuruluşlarındaki arkadaşlarla, çoğuyla 100’ün üzerinde görüşmem var. En az görüşmem ise Tuncay Opçin’le olmuş.  

2010 yılında iki kez beni aramış. Eşinin telefonundan. Başka da görüşme yok. Yanılmıyorsam kendisiyle bir buçuk yıl da görüşmedik. Benim “burnumun kalktığını” söylemişti ve kavga etmiştik. Aramızdaki asıl kavga ise MÖSYÖ Hanefi Avcının Yazamadıkları kitabından sonra olmuştu. Kitapta onun Hanefi Avcı’yla olan “gizli” ilişkilerini yazdım. Kimi zaman ismini yazdım, kimi zaman ismini yazmadım.  Avcı’yla ilişkisini deşifre etmem, aramızdaki ipleri kopardı. “Hanefi Abisini” deşifre etmiştim. Uzun bir süre görüşmedik. Bu arada da haberler yaptım. Sonra yayın evinden üçüncü kitabım çıkacaktı. O da yıllar önce çıkardığı kitabının tekrar baskısını benim yayın evinden çıkarmaya karar vermiş. Üçüncü kitabımda yazacağım konularla, onun yıllar önce çıkardığı kitap benzer konuları içeriyordu. Yayın evi aynı anda tek konu iki farklı kitap yerine, ikimizin ortak kitap çıkarması teklifinde bulundu. Çünkü onun kitabının satmayacağını yayınevine söylemiştim. Ortak kitap fikri bu nedenle çıktı. Bu vesileyle tekrar bir araya geldik. Ortak kitap çıkarmaya karar verdik. Pirus kitabını çıkardık. 

2012-2015 tutuklandığım güne kadar da aramızda toplam 78 telefon görüşmemiz olmuş. 4 yıl içinde 78 görüşme. Polisler de bu durumu aralarında sık sık görüşme olmuş diye yazmışlar. Ayda bir ya da iki görüşme çok görüşme olmuş. Çok güldüm polislerin bu raporuna. Görüşmenin çoğunluğu da kitap çıktıktan sonra olmuş. Ortak imza günlerimiz öncesi veya sonrası görüşmüşüz. Aylarca yine görüşmediğiniz, konuşmadığımız olmuş. 

Şimdi geleyim can alıcı kısma. FETÖ yargılamalarında mahrem bir imam ne söylemişti: “Biz buluşmalara giderken cep telefonumuzu yanımızda götürmüyorduk. Aramızda iletişim kesinlikle olmazdı.” Yargılamalarda bir de ne çıktı ortaya. Telefon üzerinden FETÖ’cüler görüşmüyormuş. “Mahrem” işlerini başka yöntemlerle yapıyorlarmış. 

Şimdi şöyle düşünelim. Savcının, “Tuncay Opçin, Baransu’ya FETÖ adına belge bilgi getiriyormuş” iftirasının doğru olduğunu kabul edelim. Bir de para alma iftirası vardı. Bana haber yayımlamam için para veriyormuş iftirası. (Esra Konur’un iftirasına girmiyorum şimdilik. Mahkemede ifade verdikten sonra o bölümü de ayrıntılı yazacağım. Belgeleriyle. Mahkemeye yansıyan belgeler ve iftiraları göreceksiniz.) Normalde ne olması gerekli. Belge, bilgi aldığım, bir de para aldığım bu kişiyle, yani Opçin’le telefon irtibatımın olmaması gerekli. Bu kişiyle ilişkimin gizli olması gerekli. FETÖ’cüler böyle çalışıyorlarmış çünkü. 15 Temmuz sonrası bunların ilişkilerini az çok öğrendik ifadelere yansıyan bilgilerden. Ama bakıyorsunuz benim ilişkim gizli falan değil. Telefonla konuşuyoruz. Kitaplarımda onun isminden bahsediyorum. Ortak bir kitap çıkarıyoruz. Yetmiyor, Hanefi Avcı kitabımda, Avcı-Opçin ilişkisinin perde arkasını yazıyorum. Tüm bildiklerimi, aralarında ki belge alışverişini, buluşmalarını yazıyorum. Opçin kitabın yayımlanmasıyla bana çok tepki gösteriyor ve konuşmuyoruz uzun bir süre. Bu anlattıklarımın hiç birisi, ne “örgüt” mantığına, ne “terör örgütü mantığına” ne de FETÖ mantığına uygun değil. Örgüt, ast-üst ilişkisi bunlara izin vermez. Kitabımda, cuntacı Mehmet Partigöç ismini 2010 yılında deşifre ettiğim bölümlere de girmiyorum. 

Tuncay Opçin bana belge vermiş olsa bu telefon trafiğiyle ben devlete “adres” vermiş oluyorum. O’na devletin ulaşması, bulması imkanını vermiş oluyorum. Hiçbir örgütün yapmadığını yapıyorum. 

Eski eş Esra Konur ifadesini burada şimdilik yazmadım çünkü “mahkemede savunmamda söylemediğim konuları” yazmıyorum. O iftiraları da buradan okuyacaksınız merak etmeyin. Tüm yönleriyle. Benim alnım ak, iddianamede yazılanların nasıl yalan olduğuna şahitlik edeceksiniz.